Yargı Kararları
MÜSPET ZARAR - USULÜNE UYGUN TEBLİGAT -YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ 2020/5025 ESAS 2021/2396 KARAR 08.03.2021 TARİH
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 2020/5025 Esas 2021/2396 Karar 08.03.2021 Tarih
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki alacak davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
YARGITAY KARARI
Davacı, davalılarla aralarındaki ....Noterliğinde düzenlenen Gayrimenkul Satış Vaadi sözleşmesi gereği hisselerine karşılık olmak üzere 15.000 TL ödediğini, ancak taşınmazın 3. kişiye satıldığını ileri sürerek taşınmazın rayiç değerinin şimdilik 30.000 TL'sinin davalılardan müteselsilen ve müştereken tahsiline
olmazsa ödediği 15.000 TL'nin 12.06.2000 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan müteselsilen ve müştereken tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiş, dava sırasında talep sonucunu 36.000 TL'ye yükseltmiştir.
Davalılar Figen ve Funda, satış vaadi tarihinde taşınmazın üstünde iştirak halinde mülkiyet söz konusu olduğunu, tek başlarına tasarruf yetkileri olmadığından sözleşmenin geçersiz olduğunu diğer hissedarlardan vekalet alamadıkları için mülkiyeti devredemediklerini, sözleşmeyi kendilerine vekaleten imzalayan kişinin azledildiğini ileri sürerek davanın reddini istemişler, davalı ... ise usulüne uygun tebliğe rağmen duruşmaya katılmamış, cevap da vermemiştir.
Mahkemece mahkemenin yetkisizliğine ilişkin olarak verilen ilk kararın Yargıtay (kapatılan) ....' nin 2015/28028-28199 sayılı kararıyla bozulmasından sonra davanın esastan reddine karar verilmiş, hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, borçlunun temerrüdü nedeniyle uğranılan müspet zararın tazminine ilişkindir. Alacaklının borçlanılan edimini ifa etmemesi yüzünden uğranılan zarara müspet zarar denir. Müspet zarar, alacaklının tam ve doğru ifaya olan menfaatini yansıtır. Bu menfaat, borçlu edimi vaktinde ifa etmiş olsaydı alacaklı hangi ekonomik durumda olacak idiyse o durumu ifade eder. Zararın belirlenmesi ve hesaplanmasında esas alınacak tarih alacaklının ifadan vazgeçtiğini beyan ettiği ya da vazgeçtiğinin anlaşıldığı tarihtir. (Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2015, s. 1117 ve 119).
Türk Borçlar Hukukunda kişiler, kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkânsız olmadıkça bir sözleşmenin içeriğini özgürce belirleyebilirler (6098s. TBK m.26 ve 27/1). Kanunda, bir sözleşmenin ileride kurulmasına ilişkin sözleşmelerin de geçerli olacağı açıkça belirtilmiştir. (6098 s. TBK. m. 29/1) .
Buna göre kişilerin, tasarruf hakkına sahip olmadığı bir malın ve hatta özel mülkiyete dahi konu olamayacak bir taşınmazın satımı konusunda borçlandırıcı işlem yapabilmeleri mümkündür. Bununla birlikte tasarruf hakkına sahip olmadığı bir malı satmayı taahhüt eden kişi, sıra ifa zamanı geldiğinde tasarruf hakkı olmadığı için tasarruf işlemi yapamadığında, diğer bir ifade ile mülkiyeti alıcıya tam ve gereği gibi devredemediğinde, sözleşmede aksi kabul edilmiş olmadıkça bu taahhüdü nedeniyle karşı tarafta meydana gelen zararı gidermekle yükümlü olur. Bu noktada satıcının temerrüdüne ilişkin Türk Borçlar Kanunun özel nitelikteki hükümleri uygulama alanı bulur.
Borçlandırıcı işlemin temsilci aracılığı ile yapılabilmesi de mümkündür. Yetkili bir temsilci tarafından bir başkası adına ve hesabına yapılan hukuki işlemin sonuçları, doğrudan doğruya temsil olunanı bağlar (6098 s. TBK m. 40/1). Bir kişi temsil yetkisi olmadığı halde başka bir kişi adına bir hukuki işlem veya sözleşme yaparsa yetkisiz temsil söz konusu olur. Böyle bir durumda yapılan işlemin hüküm ve sonuçları temsil olunanı bağlamaz. Bu işlemin temsil olunanı bağlaması için onun tarafından onanmış olması gerekir( TBK m.46/1). Onama temsilciye veya 3. kişiye varması gerekli tek taraflı bir irade beyanı ile yapılır. Asıl işlem bir şekle bağlı olsa dahi onama şekle bağlı değildir. Dürüstlük kuralları gerektirdiğinde hareketsizlik ve susma da onama olarak kabul edilmelidir (Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2015, s.456).
Temsil olunan ile temsilci arasındaki ilişkinin vekalet sözleşmesine dayandığı hallerde sözleşmenin güvene dayalı olma niteliğinin bir sonucu olarak vekâlet veren ve vekil, her zaman sözleşmeyi tek taraflı olarak sona erdirebilirler (6098 s. TBK m. 512). Ancak, vekâlet veren, vekilin sözleşmenin sona erdiğini öğrenmeden önce yaptığı işlerden, sözleşme devam ediyormuş gibi sorumlu olur (6098 s. TBK m. 514).
Somut olayda, ... Noterliğinin 12/06/2000 tarih 14232 yevmiye nolu işlemiyle davalılar ....'a vekaleten dava dışı ... ile davacı ...'in, 1.000.000.000 TL bedel karşılığında davalıların ... bulunan 264 ada 2 parsel sayılı taşınmazdaki miras paylarının davacıya satılmasına dair gayrimenkul satış vaadi sözleşmesini imzaladıkları, ...'ün, ...Noterliğinin 14/07/1993 tr. 34936 yev. sayılı işlemiyle onaylanan vekaletname ile ... Noterliğinin 13.07.1993 tr. 34659 yev. sayılı işlemiyle onaylanan vakaletname ile ....Noterliğinin 02.03.1994 tarih ve 10421 yev. sayılı işlemiyle onaylanan vekaletname ile ... tarafından murislerinden intikal edecek taşınmazların dilediği bedel ve şartlarda dilediği kişilere satabilmesi konusunda yetkilendirilmiş olduğu, ancak taşınmazın 30/10/2006 tarihinde dava dışı 3. kişiye tapuda devredildiği anlaşılmaktadır.
İlk olarak mahkemece verilen red kararının gerekçesinde taşınmazın ... mirasçıları arasında iştirak halinde mülkiyete tabi olmasına rağmen mirasçıların bir kısmı olan davalılardan alınan vekaletname ile sözleşme yapıldığından bahsedilmişse de yukarıda açılanan sözleşmenin içeriğini belirleme özgürlüğünün bir sonucu olarak iştirak halinde malik olanların kendi hisselerini yahut taşınmazın tamamını borçlandırıcı işleme konu etmeleri mümkün ve geçerlidir.
Diğer yandan Mahkemece, vekil olan dava dışı ...'ün davalı ... tarafından 05/06/2000 tarihli, davalı ... tarafından ise 12/01/2007 tarihli azilnameler ile azledildiğini, 05/06/2000 tarihli azilnamenin ...'e usulüne uygun olarak tebliğ edildiğinden bahsedilmişse de öncelikle davalı ... ile ... taşınmaz satış vaadi sözleşmesi tarihinden önce vekili azlettiklerine ilişkin bir savunma yoktur. Bu nedenle mahkemenin bu davalılar yönünden red gerekçesi yerinde değildir. Diğer yandan davalı Fundanın 05/06/2000 tarihli noter onaylı azilnamesinin dava konusu sözleşmeden önce vekil tarafından öğrenilmiş olup olmadığı konusunda mahkemece yeterli inceleme yapılmamıştır.
7201 sayılı Tebligat Kanunun 1. maddesinde noterler tarafından yapılacak elektronik ortam da dâhil tüm tebligatların, bu Kanun hükümlerine göre Posta ve Telgraf Teşkilatı Genel Müdürlüğü veya memur vasıtasıyla yapılacağı belirtilmiştir. Buna göre noterce yapılacak tebliğin sonuç doğurabilmesi için Kanunda ve Yönetmelikte belirtilen usullere göre yapılmış olması veya usulsüz olmakla birlikte muhatabın tebliğe muttali olduğunun ispatlanmış olması(7201 s. K. m.32) gerekir.
Tebligat Kanunun "tebligat imkansızlığı ve tebellüğden imtina" başlıklı 21.maddesinin 1. fıkrası hükmüne göre, kendisine tebligat yapılacak kimse gösterilen adreste bulunmaz veya tebellüğden imtina ederse, tebliğ memuru tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir veya memurlarına imza mukabilinde teslim eder ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştırmakla beraber, adreste bulunmama halinde tebliğ olunacak şahsa keyfiyetin haber verilmesini de mümkün oldukça en yakın komşularından birine, varsa yönetici veya kapıcıya da bildirilir. İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayılır.
Tebligat Yönetmeliğinin 30.maddesinde tebliğ memurunun, adreste bulunmama sebebini bilmesi muhtemel komşu, yönetici, kapıcı, muhtar, ihtiyar heyeti veya meclisi üyeleri, kolluk amir ve memurlarından araştırarak beyanlarını tebliğ mazbatasına yazıp imzalatması, imzadan çekinmeleri halinde bu durumu yazarak kendisinin imzalaması gerektiğinden bahsedilmiştir.
Bunun dışında Tebligat Kanunu'nun ''Tebligat Mazbatası'' başlıklı 23. maddesinin 7. bendinde ''21. maddedeki durumun tahaddüsü halinde bu hususlara mütaallik muamelenin yapıldığının, adreste bulunmama ve imtina için gösterilen sebebin tebligat mazbatasına yazılmasının" emredildiği; ''Tebliğ mazbatasında bulunması gereken bilgiler ve tanzimi'' başlıklı Tebligat Yönetmeliği'nin 35. maddesinin (f) bendinde ise ''30. ve 31. maddelerdeki durumların gerçekleşmesi halinde bu hususlarla ilgili hangi işlemlerin yapıldığının, adreste bulunmama ve kaçınma için gösterilen sebebin tebligat mazbatasına yazılması gerektiğinin belirtildiği görülmektedir.
Buna göre denilebilir ki Tebligat Kanununun m.21/1 hükmünün uygulanmasının gerektiği hallerde, Yönetmeliğin 30. maddesi ile tebliğ memuruna ilgilinin neden adreste bulunmadığı hususunu “tahkik etme” görevi de yüklenmiş bulunmaktadır. Ancak tebliğ memurunun, durumu sadece tahkik etmiş olması yeterli olmayıp tahkikatının sonucunu da Tebligat Kanunu'nun 23/7. ve Tebligat Yönetmeliğinin 35/f bendi gereğince tebliğ evrakına yazması ve maddede açıkça belirtildiği üzere ilgilisine imzalatması gerekir. Zira ancak bu şekilde, yapılan işlemin usulüne uygun olup olmadığı, hakim tarafından denetlenebilir.
Bakırköy 21. Noterliğince mahkemeye gönderilen, davalı Fundaya ait azilnamenin vekile tebliğine ilişkin tebligat mazbatasının onaylı fotokopisinde, matbu yazılı, okunamayan bir kaşe üzerine Battal Şahin adında bir kişinin ve Saraycedit muhtarının imzasının bulunduğu, mahkemece tebligatın usulüne uygun olduğu kabul edilmiş ise de evrakın fotokopi olup yazılarının silik çıkması nedeniyle mazbatadan yukarıda açıklanan kurallara göre yapılmış bir tebligatın olup olmadığının belirgin olmadığı görülmektedir. Muhatabın tebligat saatinde nerede olduğu, bu bilginin kimden öğrenildiği, kapısına ihbarnamenin yapıştırılıp yapıştırılmadığı fotokopi evraktan anlaşılamadığından Mahkemece tebligatın usulüne uygunluğu konusunda yeterli bir inceleme yapılmış olduğundan söz edilemez.
Mahkemece tebligat evrakının aslının ilgili yerden getirtilerek tebligat usulünün denetlenmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken; silik yazılı fotokopi evraka dayanılarak tebligatın usulüne uygun olduğunun kabul edilmesi ve buna bağlı olarak davalı ...'nın sözleşmeden sorumlu olmadığı gerekçesi ile hakkında davanın reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozma sebebidir.
Diğer davalılar ... ise sözleşmeyi kendilerine vekaleten imzalayan dava dışı ...'ü sözleşme tarihinden önce azletmediklerinden vekilin kendileri ad ve hesabına yapmış olduğu, yukarıda açıklanan nedenlerle hukuken geçerli bahse konu taşınmaz satış vaadi sözleşmesi ile bağlı olup edimini gereği gibi ifa etmemiş olmaları nedeniyle davacıya karşı sorumludurlar. Mahkemece bu husus göz ardı edilerek yasal olmayan gerekçe ile davalı ... ve .... hakkında davanın reddine karar verilmiş olması da usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
Açıklanan nedenlerle her üç davalı hakkında verilen yanlış değerlendirme ve eksik incelemeye dayalı red kararının bozulmasına karar verilmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz olunan hükmün davacı yararına BOZULMASINA, ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK'nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK'nın 440.maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 08/03/2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.